CÄ°NSEL YÖNELÄ°MÄ°N NEDENLERÄ°NE FARKLI YAKLAÅžIMLAR VE VARSAYIMLAR
Cinsel Yönelimin Nedenlerine Biyolojik Yaklaşım
Cinsel yönelimi belirleyen nedenlerin araÅŸtırılmasında politik tartışmaların yanı sıra yöntemsel güçlükler de vardır. Politik sorunsalların başında bu araÅŸtırmaların eÅŸcinsellikle sınırlı izlenimi vermesidir. Bu durum, insana iliÅŸkin bir boyutun anlaşılmaya çalışılmasından çok, belli bir grubun incelenmesine odaklanıldığı anlamına gelir.
EÅŸcinsel özgürlük hareketinin, yapılan çalışmalar ve bazı araÅŸtırmacıların söylemi ile ilgili itirazları eÅŸcinselliÄŸin sıklıkla etiyolojisi ve patogenezi anlaşılmaya çalışılan bir hastalık gibi ele alınmasıyla ilgilidir. Nedenlerin ortaya konulmasından sonraki basamağın, belirli cinsel yönelimlerin geliÅŸiminin önüne nasıl geçilebileceÄŸi ile ilgili araÅŸtırmalar olması olasılığı tedirgin edicidir. Bilimin sicili, bilim adamlarının iyi niyetine güvenmeyi zorlaÅŸtırmaktadır. DiÄŸer bir politik sorun, günlük tıbbi uygulamalarda olduÄŸu gibi, bilimsel araÅŸtırmaların planlanması, yürütülmesi ve sonuçlarının deÄŸerlendirilmesinde de heteroseksist önyargıların etkili olma" ihtimalidir. Bunların yan sıra, araÅŸtırmanın her aÅŸamasında eÅŸcinsellikle ilgili mit ve stereotipler iÅŸler hale gelebilir. Çalışma bulgularının bu olasılık nedeniyle eleÅŸtirel okumaya tabi tutulması gereklidir.
Cinsel yönelimle ilgili yöntemsel güçlüklerin başında grubun nasıl tanımlanacağı gelmektedir. Çekirdek cinsel yönelim, yaÅŸam boyu sabit ve tutarlı olduÄŸu gösterilen bir özellikken, kiÅŸinin kendisini nasıl tanımladığı, cinsel fantezileri, cinsel deneyim ve davranışları gibi cinsel yönelimin diÄŸer bileÅŸenleri deÄŸiÅŸkenlik gösterebilir. Hemen tüm çalışmalarda kiÅŸilerin cinsel yönelimleriyle ilgili kendi bildirimleri esas alınmıştır. Bazı araÅŸtırmalarda, cinsel yönelim ayrımı için, farklı cinsiyetlerden uyaranlara verilen cinsel uyarılma yanıtı nesnel ölçütlerle deÄŸerlendirilmiÅŸtir; ancak bu uygulaması zor ve katılımcı için külfetli giriÅŸimler gerektiren bir yöntemdir. Bir baÅŸka sorun da örneklem seçiminin rastgele yapılamıyor olmasıdır. Tüm bu sorunlar dışında, araÅŸtırma bulgularını deÄŸerlendirirken, cinsel yönelimin kiÅŸilerin çeÅŸitli özelliklerinden sadece biri olduÄŸu, çok sayıda önemli olabilecek karıştırıcı deÄŸiÅŸken olduÄŸunu akılda tutmak gerekir.
Cinsel yönelimi belirleyen psikososyal etmenlerle ilgili yaygın inanışlara karşın, yapılan bilimsel çalışmalarda bu savları destekleyecek bulgular edinilmemiÅŸtir (Rahman ve Wilson 2005). GeçtiÄŸimiz yüzyılın ilk yansında, eÅŸcinsel erkeklerin genetik olarak kadın oldukları savı seks kromozomlarının karyotiplenmesi sonucunda terk edilmiÅŸ; eriÅŸkin dönemde seks hormonları ile ilgili bozuklukların cinsel yönelimi etkilediÄŸi hipotezinden eÅŸcinsel erkeklere testosteron uygulanmasının kadına yönelik cinsel ilgisiyi arttırmak yerine, hemcinsine yönelik cinsel arzuyu arttırdığının gözlenmesi ile vazgeçilmiÅŸtir. 1980 li yıllardan itibaren, doÄŸum öncesi, beyin geliÅŸimini etkileyebilecek süreçlerin etkisi, beyinde yapısal ve iÅŸlevsel deÄŸiÅŸiklikler ve genetik çalışmalar ön plana çıkmıştır.
Yapılan araÅŸtırmalar, seks hormonlarının salınması ve bu hormonlara yanıt ile ilgili eriÅŸkinlik dönemindeki deÄŸiÅŸikliklerin cinsel yönelimi etkilemediÄŸini göstermiÅŸtir (Meyer-Bahlburg 1979). Hormonal farklılıkların kadınlarda eÅŸcinsellikle iliÅŸkisi her zaman çalışma konusu olmakla birlikte, geniÅŸ örneklemli çalışmalarda, biseksüel/lezbiyen deneyimleri olan kadınların, heteroseksüel kadınlardan seks hormonlarının düzeyleri açısından farklılık göstermedikleri bildirilmiÅŸtir (Dancey 1990). Bununla birlikte prenatal döneminde farklı düzeylerde seks hormonlarına maruz kalmanın - özellikle androj enler- eÅŸcinsellikle iliÅŸkisi uzun süredir araÅŸtırılmaktadır (Zucker ve Bradley 1995).
Nöroendokrin bulgulara göre, intraüterin dönemde yüksek androj en düzeylerinin etkisi altında kalma beynin yapısının erkeklere özgü nitelikler kazanmasına neden olmaktadır; kadınlarda androj en düzeyinin yüksek olmaması geliÅŸimin daha farklı seyretmesine neden olmaktadır. Bedensel cinsiyete göre farklılık gösteren bazı beyin yapıları ile ilgili bu bilgi, cinsel yönelimin de benzer ÅŸekilde intraüterin dönem hormon düzeylerinin etkisiyle ÅŸekillendiÄŸi savma neden olmuÅŸtur (Rahman 2005). Bu alanda intraüterin dönemde atipik hormon düzeyleriyle seyreden iki önemli olay üzerinde durulmuÅŸtur. Bunlardan ilki, konjenital adrenal hiperplazi (KAH) hastalığıdır. Bu hastalıkta, intraüterin dönemde yüksek androj en düzeyleri diÅŸi genital organlarında maskulenizasyona neden olmaktadır. Cinsel yönelimi de etkileyebileceÄŸi düÅŸünülmüÅŸ ve çeÅŸitli araÅŸtırmalar yapılmıştır. AraÅŸtırmalar gözden geçirildiÄŸinde, KAH ın sadece hemcinse iliÅŸkin cinsel fanteziyi arttırdığı, eÅŸcinsel davranışa neden olmadığı; bu bireylerin çoÄŸunlukla heteroseksüel yönelime sahip oldukları bildirilmiÅŸtir (Wilson ve Rahman 2005). 1971 yılında kullanımdan kaldırılana kadar gebelerde düÅŸük önleme amacıyla kullanılan DES e intraüterin hayatta maruz kalan kadınlarda yapılan çalışmaların bazılarında hemcinse yönelik fantezi ve eÅŸcinsel davranış oranlarının daha yüksek olduÄŸu saptanmıştır (Veniegas ve Conley 2000).
Deneysel olarak insanlarda intraüterin dönem hormon düzeyleri ile ilgili çalışmak oldukça güçtür. Bu nedenle, prenatal dönemde seks hormon düzeyleri ile geliÅŸiminin etkilendiÄŸi düÅŸünülen, böylece erkek ve kadın arasında farklılıklar gösteren çeÅŸitli özellikler, cinsel yönelim gruplarındaki dağılım açısından incelenmiÅŸtir. Parmak uzunluklarının oranı, penis uzunluÄŸu, iÅŸitme mekanizmaları ile ilgili çeÅŸitli olgular ve parmak izi gibi birçok özellik eÅŸcinsel ve heteroseksüeller arasındaki farklılık açısından incelenmiÅŸtir.
Kadın ve erkeklerde iÅŸaret parmağı ile yüzük parmağı uzunluk oranının (2D:4D) cinsiyete göre farklılaÅŸtığı; erkeklerde yüzük parmağı, iÅŸaret parmağından uzunken, kadında yaklaşık olarak eÅŸit olduÄŸu yapılan çalışmalarda öne sürülmüÅŸtür. Bu boyut farklılığının da prenatal dönemde maruz kalman androjen düzeyi ile iliÅŸkili olduÄŸu düÅŸünülmüÅŸtür. Bu konuda yakında yayımlanan bir meta-analize göre, 1618 heteroseksüel erkek, 1503 eÅŸcinsel erkek, 16193 heteroseksüel kadın ve 1014 eÅŸcinsel kadın gözden geçirildiÄŸinde, heteroseksüel kadınlarda eÅŸcinsel kadınlardan daha büyük 2D:4D oranı saptanırken, erkekler arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Bu bulguya dayanarak, erken dönemde seks hormonlarından kaynaklanan sinyallerin, kadınlarda erkeklerden daha belirgin ÅŸekilde cinsel yönelimi etkileyebildiÄŸi öne sürülmüÅŸtür (Grimbos ve ark. 2010). Prenatalhormon düzeylerindeki farklılıkların cinsel yönelim üzerine etkisi olabileceÄŸini öne süren bir diÄŸer çalışmada, eÅŸcinsel erkeklerin penis boyutlarının heteroseksüel erkeklerden büyük olduÄŸunun saptanması buna kanıt olarak gösterilmiÅŸtir (Bogaert ve ark. 1999). Prenatal androjen hipotezi ile ilgili pek çok çalışma yürütülmüÅŸse de, bulguların büyük çoÄŸunluÄŸu tekrarlanamamış ya da cinsiyete dayalı farklılıklar gösterilebilmiÅŸtir. Kesin sonuca varmak için erken gibi görünse de, intraüterin hormon düzeylerinin cinsel yönelime etkisini yadsımak da henüz mümkün deÄŸildir.
Doğum sırası etkisi
Y kromozomuna baÄŸlı minör doku uyuÅŸmazlığı antijenlerinin (H-Y antijenleri) bazı annelerde ilerleyici immünizasyonunun etkisi ile bir sonraki erkek fetüste cinsel yönelimi etkilediÄŸi, her bir erkek kardeÅŸ sonrasında doÄŸan erkekte eÅŸcinsellik olasılığının %33 e yakın oranda arttığı öne sürülmüÅŸtür. "DoÄŸum sırası etkisi" denilen bu hipoteze göre anne tarafından üretilen anti-HY antikorları plasental bariyerden geçer ve fetal beynin cinsel farklılaÅŸmasını etkiler (Blanchard 2001). Bu teorinin savunucularından Bogaert, kan bağı olmayan kardeÅŸ ve aile ile büyütülmüÅŸ eÅŸcinsel/heteroseksüel erkeklerden oluÅŸan bir grubu da içeren geniÅŸ örneklemli bir çalışmada, kardeÅŸle geçirilen süre ne kadar uzun olursa olsun sadece kendinden yaÅŸça büyük biyolojik erkek kardeÅŸe sahip bireylerde eÅŸcinsel yönelimin öngörülebilir olduÄŸunu saptamıştır (Bogaert 2006). Annenin fetüse yönelik immun cevabının 3 ÅŸekilde ortaya çıktığı öne sürülmüÅŸtür. Bunlardan ilki fetüse plasenta aracılığıyla geçen anti-Y antikorlarının transferi; ikincisi annenin sitokinlerinin transferi; üçüncüsü ise plasentanın bizzat annenin bağışıklık reaksiyonlarından etkilenmesidir (Blanchard 2004). Erkek eÅŸcinsellerde kendilerinden önce doÄŸmuÅŸ bir erkek kardeÅŸe sahip olma, "doÄŸum sırası etkisi"nin temel bileÅŸeniyken, lezbiyenlerde yapılan çalışmalarda kardeÅŸ sahibi olma ya da doÄŸum sırasının anlamlı bir faktör olarak saptanmamış olması, araÅŸtırmacılara göre erkek eÅŸcinsellerdeki anti-HY antikorlarının erkeklerde cinsel yönelimi etkilediÄŸi teorisini güçlendirmektedir.
Beyin Yapısı Çalışmaları
Nörobilimci Simon Le Vay, 19 u eÅŸcinsel erkek,16 sı heteroseksüel erkek ve 6 sı heteroseksüel kadın toplam 41 kadavranın beyinlerini incelemiÅŸtir (LeVay 1991). Çalışmasında, anterior hipotalamusta bulunan interstisial hücrelerden (INAH3) oluÅŸan nöron gruplarını incelemiÅŸ ve beynin bu bölgesinin heteroseksüel erkeklerde, eÅŸcinsel erkeklere ve kadınlara göre daha geliÅŸmiÅŸ olduÄŸunu saptamıştır. Suprakiazmatik nükleus (SCN) hacminin ölçüldüÄŸü bir çalışmada, eÅŸcinsel erkeklerin 1.7 kat büyük hacime; 2.1 kat daha fazla hücreye sahip oldukları, hipotalamus medial optik alanda yer alan cinsel dimorfik çekirdekte (SDN) ise herhangi bir fark olmadığı saptanmıştır (Swaab ve ark. 1990). BaÅŸka bir çalışmada, eÅŸcinsel erkeklerin SCN de bulunan vazoaktif intestinal peptid (VIP) ve vazopresin (AVP) salgılayan nöronların çaplarında azalma saptanmış olmasının, bu bölgede cinsel yönelimle iliÅŸkili olabilecek yapısal farklılıklara eÅŸlik eden metabolik deÄŸiÅŸiklikler de olduÄŸu bildirmiÅŸtir (Zhou ve ark 1995). Hipotalamik çekirdeklerle ilgili iÅŸlevsel farklılıklara da iÅŸaret eden çalışmalar vardır. Östrojen benzeri steroid feromon koklatılan lezbiyenlerde, heteroseksüel erkeklere benzer anterior hipotalamus etkinlik artışı gözlenirken, progesteron türevi feromon koklatılan eÅŸcinsel kadınlarda heteroseksüel kadınlarda gözlenen anterior hipotalamik uyarılma saptanmamıştır (Bogaert 2002). Ä°sveçli araÅŸtırmacı Savic ve ekibinin, feromon benzeri maddelerin erkek ve kadınlarda, anterior hipotalamik cinsel dimorfik çekirdekte uyarı artışı yaratmasına dayalı deneylerden yola çıkarak yayımladıkları çalışmalarda, bir progesteron türevi koklatılan eÅŸcinsel erkek ve heteroseksüel kadmlarda, benzer hipotalamik etkinlik gözlenirken, heteroseksüel erkeklerde buna benzer bir etkinlik saptanmamıştır (Savic ve ark 2005). Cinsel davranışın nörobiyolojisiyle ilgili önemli bir yeri olan hipotalamusla ilgili bulgular, henüz tatmin edici deÄŸilse de, dikkat çekicidir.
Serebral lateralizasyon, yani belirli iÅŸlevlerde beynin bir hemisferinin daha baskın olması, açısından eÅŸcinsel ve heteroseksüel bireyler arasında farklılıklar saptanmıştır. Lateralizasyonun sonuçlarından biri olan el tercihi : .e ilgili yapılan çalışmaların metaanalizinde eÅŸcinsel bireylerin %39 daha fazla saÄŸ dışı el kullanımı olduÄŸu bildirilmiÅŸtir (Lalumiere ve ark 2000). Ailen ve Gorski nin ölümardı çalışmalarında, anterior komissür eÅŸcinsel erkeklerde, kadınlardan %18, erkeklerden ise %34 daha geniÅŸ saptanmıştır (Ailen ve Gorski 1992). Yazarlar, cinsiyet ve cinsel yönelim ile iliÅŸkisi saptanan bu anatomik farklılığın, eÅŸcinsel erkek, heteroseksüel kadın e heteroseksüel erkekler arasındaki biliÅŸsel iÅŸlev ve serebral lateralizasyondaki farklılığı anlamak açısından da önemli olabileceÄŸini öne sürmüÅŸlerdir. Serebral lateralizasyonla ilgili olabilecek bir bulgu da Witelson ve arkadaÅŸları tarafından saÄŸ elini kullanan heteroseksüel ve eÅŸcinsel erkeklerde saptanan callosal istmus boyutlarında farklılıktır (Witelson ve ark. 2008).
Yapısal farklılıklarla ilgili tüm bu bulguların, özellikle tekrarlanmamış olmaları nedeniyle, geçerliÄŸi tartışmalıdır. Cinsiyete göre farklılık gösteren beyin yapılarındakine benzer ölçüde bir farklılık heteroseksüel ve eÅŸcinsel - ıreyler arasında saptanmamıştır. AraÅŸtırmacılar, tek bir beyin bölgesinin eÅŸcinselliÄŸin nedeni ya da sonucu olduÄŸu ile ilgili çıkarımların doÄŸru olamayacağını fakat geliÅŸim sürecinin erken evrelerinde çeÅŸitli etmenlerin cinsel dimorfik yapıların ve iÅŸlevlerin farklılaÅŸmasını etkileyebileceÄŸini bildirmiÅŸlerdir (Ailen ve Gorski 1992). Unutulmaması gereken çok küçük beyin yapılarında, gruplara ait deÄŸerler arasında istatistiksel anlamlılığa _:laÅŸan farklardan bahsedildiÄŸidir. Sadece beyin yapısı görüntüleme ya da baÅŸka yöntemlerle incelenerek cinsel yönelimin saptanması mümkün deÄŸildir.
EÅŸcinselliÄŸin genetik bir yönü olup olmadığı ile ilgili ilk ipuçları ilk olarak aile çalışmalarından edinilmiÅŸtir. Erkeklere kendilerinin ve kardeÅŸlerinin cinsel yönelimlerinin sorulduÄŸu çalışmalar gözden geçirildiÄŸinde, eÅŸcinsellerin kardeÅŸleri arasında eÅŸcinsel yönelim görülme yaygınlığı, heteroseksüellerin kardeÅŸlerinin iki ile beÅŸ katı arasında saptanırken, heteroseksüellerin kardeÅŸlerinde toplum temelli çalışmalarda saptanan oranlara benzer sonuçlar elde edilmektedir (Pillard ve Bailey 1998). Lezbiyenlerle ilgili çalışma bulguları daha geniÅŸ bir deÄŸiÅŸkenlik gösterse de, ailevi gidiÅŸe iÅŸaret eden çalışmalar vardır (Rahman 2005).
Genetik aktarımın rolünün daha iyi anlaşılabilmesi için ikiz çalışmaları yapılmıştır. DeÄŸiÅŸken bulgulara ulaşılmakla birlikte, tek yumurta ikizlerinde ikiz kardeÅŸlerin her ikisinin de gey/lezbiyen olma oranı çift yumurta ikizlerinden daha yüksek (sırasıyla, gey %52-%22, lezbiyen %48-%16) bulunmuÅŸtur (Bailey ve Pillard 1991, Bailey ve Bell 1993). Daha büyük örnekleme sahip ikiz çalışmalarında da, genetik etkiyi destekler ÅŸekilde, iki kardeÅŸin de eÅŸcinsel olma oram tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerinden daha yüksek olduÄŸu saptanmışt (Bailey ve ark 2000, Kirk ve ark 2000, Kendler ve ark, 2000). Lezbiyenlerde yapılan ikiz çalışmaları arasınc en geniÅŸ örnekleme sahip Bailey ve arkadaÅŸlarının araÅŸtırmasında, oran daha fazlaysa da iki grup arasınc anlamlı fark saptanmamıştır (Veniegas ve Conley 2000). Bu çalışmalarda diÄŸer bir ilginç ortak bulgu da aı yapısı, anne veya babanın özellikleri, coÄŸrafi özellikler gibi paylaşılan çevresel etkenlerdense, doÄŸum sıras annenin hamileliÄŸinde yaÅŸanan olaylar ya da kiÅŸinin kaza/hastalık geçmiÅŸi gibi paylaşılmayan çevresi etkenlerin belirleyiciliÄŸinin daha yüksek bulunmuÅŸ olmasıdır.
Aileler üzerinde yapılan çalışmalarda, geylerin soyaÄŸaçlarmda anne tarafında gey akraba yaygınlığı, bab tarafmdakinin aksine toplumdaki yaygınlıktan fazla bulunmuÅŸtur (Hamer ve ark 1993). Bunu tekrarlamaya çalışmalar olmasına, lezbiyenlerle ilgili bulgular da daha ciddi çeliÅŸkiler olmasına raÄŸmen, bu veriler eÅŸcinsellik] ilgili genlerin X kromozomu üzerinden aktarıldığını düÅŸündürmüÅŸtür. Hamer ve arkadaÅŸları aile/ikiz çalışmalarını ötesinde, eÅŸcinselliÄŸin doÄŸrudan genomik çalışmasını yaparak bu alanda ilk önemli adımı atmışlardır. 199 yılında yayımlanan çalışmalarında, Xq28 pozisyonunda yer alan X kromozomuna baÄŸlı bir gen ile cinse yönelim arasında iliÅŸki olduÄŸunu öne sürmüÅŸlerdir (Hamer ve ark 1993). GeniÅŸ örneklem ve daha geliÅŸmi olanaklarla gerçekleÅŸtirilen araÅŸtırmada Xq28 pozisyonunda yer alan ve cinsel yönelimi etkileyen böyle bi genin varlığı saptanmamıştır (Rice ve ark. 1999). Tüm genom incelemesi sonucunda Xq28 bölgesinden ziyad 7. 8. ve 10. kromozomlarda yer alan belli bölgelerdeki genlerin cinsel yönelim ile iliÅŸkili olduÄŸu bildirilmiÅŸti (Mustanski ve ark. 2005). Anneler üzerinden kalıtımın, genetik yapımızın sadece kadınlar üzerinden aktarıla: kısmı olan mitokondriyal DNA ile iliÅŸkili olabileceÄŸi öne sürülmüÅŸse de henüz yeterli bulgu yoktur.
Cinsel yönelim gibi karmaşık bir fenomenin genetik aktarımının, tek bir gen üzerinden gerçekleÅŸmesi yerine çok sayıda genin etkileÅŸimini içeren bir süreç olduÄŸu, günümüzde daha yaygın kabul görmektedir. EÅŸcinsellikle ilgili çalışmalarda cinsel yönelimin farklı bileÅŸenlerinin aktarımına odaklanılarak yapılan çalışmalarla dah, tutarlı sonuçlar elde etmek olasıdır. Çocukluk döneminde toplumsal cinsiyet normlarına aykırı özellikleni olması, hiçbir cinsel yönelime sınırlı bir olgu deÄŸilse de, eriÅŸkin dönemde eÅŸcinsel yönelime sahip olmak:, iliÅŸkisi, erkeklerde ve kadınlarda, farklı kültürlerde tekrarlanan bir bulgudur (Whitham ve Zent 1984, Whitha:: ve Mathy 1991). Yapılan ikiz çalışmaları bu özelliÄŸin ("childhoon gender nonconfirmity") kalıtımsal yönüyle ilgili daha güçlü kanıtlar sunmaktadır (Wilson ve Rahman 2005).
Tüm bu çalışmalar cinsel yönelimin belirlenmesinde genlerin önemli yeri olduÄŸunu gösterse de, tek başım genler tarafından belirlenmediÄŸini de göstermektedir. EÅŸcinselliÄŸin genlerle ilgili bir yönü olması, onu ne heteroseksüellikten, ne de diÄŸer insani özelliklerden farklı bir yere koyar. Bireysel farklılıklarımızın mizacımızın genlerle iliÅŸkisine dair her geçen gün yeni bulgular elde edilmektedir. Cinsel yönelimin genetik bileÅŸeni ile ilgili bulgular da bu çerçevede deÄŸerlendirilmelidir.
Cinsel yönelimin biyolojik belirleyenleri ile ilgili çalışmalar son otuz yılda önemli aÅŸama kaydettiyse de, henüz elimizdeki bulgular süreci açıklamaya yeterli deÄŸildir. Çalışmalar genel olarak deÄŸerlendirildiÄŸinde, kalıtım ve nörogeliÅŸim ile ilgili süreçlerin önemli bir rolü olduÄŸu öne sürülebilir. Ancak birçok çalışma sadece bu deÄŸiÅŸkenlerin belirleyici olmadığını da göstermektedir. AraÅŸtırmalarla ilgili yöntemsel sorunların üstesinden gelmek, farklı çalışma desenlerinin yanı sıra, cinsel yönelim gruplarının yeterince homojen olmadığını ya da olamayacağını da kabul etmekle mümkün olabilir. Cinsel yönelimin belirli boyutları ile sınırlı bazı çalışmalar, daha tutarlı sonuçlarla ilgili ümit vermektedir. Sonuç olarak, ne heteroseksüel, ne de eÅŸcinsel yönelimin y edenleri ile ilgili yeterli bilgiye sahibiz; kaldı ki biyolojik süreçlere dair bilgilerimizin artması hiçbir cinsel önelimi diÄŸerinden daha saÄŸlıklı, daha üstün ya da avantajlı görmemize neden olmayacaktır.
Psikolog Mahmut Åžefik Nil
CETAD
Kaynaklar:
Ailen LS, Gorski RA(1992) Sexual orientation andthe size of the anterior commissure in the humanbrain. PNAS, 89: 7199-7202. I Bailey JM, Bell AP (1993) Familiarity of female and male homosexuality. Behav Gen 23:313-322.
Bailey JM, Pillard RC (1991) A genetic study of male sexual orientation. Arch Gen Psychiatry, 48:1089-1096. - Berglund H, Lindström P, Savic I (2006) Brain response to putative pheromones in lesbian women. PNAS, 103:8269-8274. Blanchard R (2001) Fraternal birth order and the materaal ımmune hypothesis of male homosexuality. Horm Behav 40:105-114. Blanchard R (2004) Quantitative and theoretical analyses of the relation between older brothers and homosexuslity in men. Theor Biol, 230:173-187.
Bogaert A (2002) Recent research on sexual orientation and fraternal birth order. Can J Hum Sex, 11: 101 -107. Bogaert AF (2006) Biological versus nonbiological older brothers and men s sexual orientation. PNAS, 103:10771-10774. 9. Bogaert AF, Hershberger S (1999) The relation betvveen sexual orientation and penil size. Arch Sex Behav, 28:213-221.
Dancey CP (1990) Sexual orientation in women: An investigation of hormonal and personality variables. Biol Psychology, 30:251-264.
Grimbos T, Dawood K, Burriss RP ve ark. (2010) Sexual orientation and the second to fourth finger length ratio: a meta-analysis n men and women. Behav Neurosci, 124: 278-287.
Hamer DH, Hu S, Magnuson VL ve ark. (1993) A linkage between DNA markers on the X chromosome and male sexual orientation. Science, 261:321-327.
Kendler KS, Thornton LM, Gilman SE ve ark. (2000) Sexual orientation in a US national sample of twin and nontwin sibling rairs. Am J Psychiatry, 157:1843-1846.
Kirk KM, Bailey JM, Dunne MP ve ark. (2000) Measurement models for sexual orientation in a community twin sample. Behav
Genet, 30:345-356.
Lalumiere ML, Blanchard R, Zucker KJ (2000) Sexual orientation and handedness in men and women: A meta-analysis. Psychol Bull, 126:575-592.
o. LeVay S (1991) A difference in hypothalamic structure between heterosexual and homosexual men. Science, 253: 1034-1037.
Meyer-Bahlburg HFL (1979) Sex hormones and female homosexuality. Arch Sex Behav, 8:101-119. S. Nlustanski BS, DuPree MG, Nievergelt CM ve ark. (2005) A genomewide scan of male sexual orientation. Hum Genet, 116: 272-278.
Pillard RC, Bailey JM (1998) Human sexual orientation has a heritable component. Human Biol 70:347-365.
Rahman Q (2005) The neurodevelopment of human sexual orientation. Neurosci Biobehav Rev 29:1057-1066.
Rice G, Anderson C, Risch N ve ark. (1999) Homosexuality: absence of linkage to microsatellite markers at Xq28. Science, 284:665-667.
Savic I, Berglund H, Lindström P (2005) Brain response to putative pheromones in homosexual men. Proc Natl Acad Sci U S A 102:7356-7361.
Svvaab DF, Hofman MA (1990) An enlarged suprachiasmatic nucleus in homosexual men. Brain Res, 537: 141-148.
Veniegas RC, Conley TD (2000) The biological research on vvomen s sexual orientations: Evaluating the scientific e^ ier... J Soc Issues, 56: 267-282.
CETAD (Cinsel Eğitim Tedavi Araştırma Derneği)
Uzm.Dr. Sevilay ZORLU
Psikiyatrist & Psikoterapist
CETAD Antalya Bölge Temsilcisi
www.antalyaterapipsikiyatri.com
Åžirinyalı Mh. Ä°smet GökÅŸen Cad.
1528 S. Åžahbaz Apt. K:2 D:5
Tel: 0 (242) 316 98 99
facebook.com/antalyaterapipsikiyatri
twitter/ Dr.SevilayZorlu